BLACK MASS 2015
IMDB: 7,1
YÖNETMEN: Scott COOPER

Çok farklı rollerde görmeye alışık olduğumuz Johnny Depp bu sefer karşımıza İrlandalı bir mafya babasını canlandırıyor. Tüm film boyunca o mavi lensleriyle daha çok Bram Stoker’ın Draculasına dönüşecekmiş hissi yaratsa da oldukça etkileyici ve psikopat bir performans sergilediğini belirtmeliyim.


Sanırım lenslerinde etkisinden Johhny Depp bakışlarıyla bile insanı korkutan bir kimse, filmi izlerken kesinlikle bununla karşılamak istemezdim ya da bu adama ters düşecek bir şey yapmak aklımın ucundan bile geçmezdi diye geçti. Çok fazla makyaj yapılmış sarı saçları ve burnunun aşırı düz olması dikkatimden kaçmadı. Açıkçası itici bile olmuş denebilir daha doğal bir lens kullanamazlar mıydı? Johnny Depp her ekranda görüldüğünde film sanki bir şey olup fantastik olacakmış gibi geliyor, özellikle klise sahnesinde o buz mavisi gözleriyle sanki gotik bir filmden fırlama gibi duruyordu.


FBI’ın en çok arananlar listesinde yer alan Whitey, Bostan bölgesinin en azılı suçlusunun öyküsü, eğer beklediğiniz aksiyon falansa hayal kırıklığına uğrarsınız. Filmi beğenmeyenler muhtemelen bu kitledir. Mafya filmi denilince insanlar daha havalı daha Action bir şeyler bekliyor. Gerilimli bir filmdi bana göre çünkü Whitey karakterinin sağı solu belli olmayan insanları muhabbet edecek gibi yapıp gözünü bile kırpmadan öldüren bir kişi. Muhbir olduğu anlaşılan kişinin kaçacak deliği yoktu ona göre FBI’ da bile adamı olduğu düşünülürse, işin en trajik kısmı ise bu ajanın Whitey’e duyduğu hayranlık.


FBI’ın çok fazla işin içinde olması ise bir mafya filmi beklerken FBI ve mafyanın işbirliğini anlatıyordu. Çok daha farklı ve ilgi çekici olabilecek bir filmken biraz durağan olmuş.

Benedict Cumberbatch, Kevin Bacon, Dakota Johnson gibi oyuncularda filme zenginlik katmış fakat başrolde başkası oynasaydı eğer çokta ilgi çekici olmazdı. Film belgesel niteliğinde olduğu için oldukça durağan geçiyor ama sıkmıyor insanı çünkü sürekli sonunu merak ediyorsunuz. En sonuna geldiğinizde ise sürekli ekran kararıp karakterlerin hayatları ne yöne gittiği ile ilgili bilgi verme kısmı ise bana her ekran karardığında filmin sona erdiği izlemini oluşturdu. En son Whitey Bulger’ı gösteriyorlar ve öyle sona eriyor.


Venedik film festivalinde oldukça fazla bir puan alarak Johnny Depp için oscarı alabileceği söylenmiş. Açıkçası Johnny Depp en düz bir rolü bile çok iyi oynayacağı için oscarlık bir oyuncu ama film boyunca makyaj olsun senaryo olsun bir kopukluk vardı. Ya sadece FBI ana konu olmalıydı ya da sadece mafyadan bahsedilmeliydi, ikisi birden yürümemiş sanki.

Sonuç olarak, eğer zamanınız varsa sırf Depp’in o tehditkâr performansı için değer.


GAİA
Franz KAFKA/ DİE VERWANDLUNG 1915

''Gregor!’’ dedi bir ses, annesiydi bu. ''Saat altı kırkbeş oldu. Yola çıkman gerekmiyor mu? ''

Franz KAFKA ‘ nın en popüler eserlerinden biridir Dönüşüm. Özgün adı Almanca Die Verwandlung olan eser, 1915 yıllında yayımlanmıştır. Dönüşüm; mevcut sisteme karşı olan bir başkaldırı, kapitalist düzen altından insanlığın ezilişi ve bu düzenden bir kaçış, bir dışavurumun anlatımıdır.

İnsanlığın var oluşundan beri süregelen sistem karşısından, yönetenlerin altında ezilen yönetilenlerin sesi olan kitaptır. Bu karmaşık durumun konu edildiği birçok kitap mevcut fakat Dönüşüm’ün farkı, Kafka ’nın insanı bir böcek ile eşleştirmesidir kuşkusuz. ‘’ Böcek ‘’ ler birçok insan tarafından sevilmeyen hayvanlardır ve böyle bir durum da bir insanın birdenbire böceğe dönüşmesi kötüymüş gibi gözükürken aslında bir özgürlüğün doğuşuna gem vurmakta.

Gregor SAMSA, bir ailenin bütün yükünü omuzlayan gezici pazarlamacı bir karakterdir. Anne - babası ve kardeşinin tüm ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan, zorunluluklardan dolayı sevmediği işte çalışan bir bireydir. Aslından işinden ve bulunduğu bu durumdan kurtulabilecekken, ailesine olan sevgisi ve sorumluluk bilinci nedeniyle maalesef kapitalist düzende ezilmeye mahkum bırakılmıştır.



Bu kadar sıkışmışlığın içinde, düzeni kabul etmiş görünse de istem dışı olarak dayanamayan bir iradenin kurtuluş yolu olarak seçtiği yol ‘’böcek’’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Dış görünüm olarak bir böceğe benzese de insani özelliklerini korumakta. Samsa ‘nın da farkına varamadığı yeni halinde, sorgulamalarından okura bu durum açık bir şekilde iletilir. ‘’Samsa kendi kendine şu soruyu soruyordu ; ‘’ Müzik onu bu kadar duygulandırdığına göre, kendisine bir hayvan gözüyle bakılabilir miydi?


Gregor’un bu dönüşümü ile sistem karşısında ki yabancılaşması kalkmıştır. Fakat belirli bir otorite karşısında ki iletişimsizliği diğer bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne kadar insani özelliklerini korusa da, konuşurken anlaşılamaması, düzen aşığı bireylerin dilinden konuşmaması nedeniyle Gregor, yenidünyasında yapayalnız kalmıştır. Yani aslında özgür ve olması gereken bir birey haline dönüşmüşken sadece belirli bir sistemi kabul etmeyen bireyin, mevcut düzen karşısında böcekten farkı olmadığını açıkça vurgular Kafka.



Gregor’ un patronu kapitalist düzeni ve ailesi de var olan otoriteyi temsil ediyor kitapta. Hiçbir şekilde bireye önemli kılmayan kapitalist düzen, bir bireyin başına herhangi bir şey gelmesine rağmen kişiyi yok olmaya bırakabiliyor. Burda da patronun, Samsa’ nın hasta olup işe gelmediği düşünüldüğünde işten direk olarak kovması, bu sistemde bireyin nedenli önemi olduğuna dikkat çeker. Bir otoritenin karşısında bir başkaldırı olarak görülen Samsa’ nın dönüşümü ise kişiyi toplumdan iterek, yalnızlaştırarak ölüme terk edilmesi olarak gözler önüne serilir.

Okura toplumsal bir aksaklığı açık bir dille anlatmayan Franz KAFKA, okurunu sıkmayan bir anlatım tarzıyla düşünmeye sevk etmiştir eserinde. Alışılagelmiş bir anlatım dışında olan kitap okumaya değer. Kitap ne kadar eleştirel gözükse de, sadece eleştirmekle kalmayıp belirli durum karşısında oluşan dışa vurum ile oluşan özgürlük yansımasıdır. 

Dönüşüm, Altıkırkbeş Yayın Kadıköy, 2014
Çevirmen: M. Kamil UTKU


FERONİA

Moda ve Gündemleri; Medya ve Kültür dersinde bir hocamın tavsiyesi üzerine merak edip aldığım bir kitap. Ancak bitirdiğim kitabın içeriği kafamdaki gibi olmasada ilgiyle okudum ve merakıma yenik düşüp hızla bitirdim. Burada kısaca “kitap ne anlatıyor?” ondan bahsettim.  Okumak isteyen olur, ön bilgi arayan olur, buyursun gelsin. Ön bilgi burada (!) :)

Diana Crane, moda ve gündemleri adlı kitabında 19.ve 20. yy da giyimin ifade ettiği anlamı ve geçirdiği dönüşümü ele almaktadır. Giyimi toplumsal sınıf, cinsiyet ve kimlik bağlamında ele alan Crane incelemesini Fransız, İngiliz, Amerikan toplumlarından yola çıkarak yapmakta ve sınıf modasından tüketici modasına giden yolu gözler önüne sermektedir.

Kitabın genel çerçevesini 19. Ve 20. yy daki giyim alışkanlıkları ve giyimin modaya evrilmesi oluşturmaktadır. İncelemesini belli kuramlardan yola çıkarak ele alan Crane;  araştırmalarındaki bulgulardan faydalanarak kimi kuramların geçerliliğini yitirdiğini ortaya koyarken kiminin de belli durumlarda geçerli olduğunu göstermektedir. Diane Crane’in incelemesi modanın 19. Yüzyılda erkek egemen değerleri ifade ettiğini gösterirken; 20. Yüzyılda ise erkeklerin cinsiyet hegemonyasını gözden geçirdiğini ve yıktığını ortaya koymaktadır.

Crane toplumsal cinsiyet kalıplarının giyim yoluyla sembolize edildiğine dikkat çekerken bir yandan da giyimin sembolik olarak cinsiyet ideolojisine karşı çıkış için el verişli bir alan olduğunu vurgulamaktadır. Bireylerin toplumsal kimliklerini ifade etmenin bir aracı olan moda aynı zamanda toplumsal kimlikleri empoze edebilmesiyle davranışları yaratmaktadır. Giysiler bir bakıma kadın ve erkeklerin sınırlarını çizer ve onları belli bir çerçeveye hapseder. 19. Yyda giyim hem toplumsal sınıfların bir göstergesi olmuş hem de bu sınıfların sınırlarını oluşturmuştur. 20. Yy da ise moda popüler müzik piyasası ve Hollywood ile beslenmiş ve egemen kültürün yayılım aracına dönüşmüştür. Bu dönemde egemen kültür karşıtlığı olarak deri ceket, tişört ve blucinlerin kullanıldığı görülmektedir. Fakat sonrasında giysiler bu sembolik değeri kaybetmiş ve sıradan bir moda nesnesine dönüşmüştür.


Diana Crane 20. Yy da küresel kültürün çok merkezli olduğunu vurgularken giyimin de buna bağlı olarak merkezden çevreye ya da çevreden merkeze doğru yayıldığını öne sürmektedir. Günümüzde, moda üretiminin küresel ölçekte faaliyet gösteren ve Pazar rekabetine maruz kalan farklı ülkelerdeki bir dizi kurumda gerçekleştiğini dile getiren Crane; modanın belli  bir merkezi olmamakla birlikte diğer popüler kültür biçimleri gibi Batı kültürünün hegemonyasında oluğunu fakat bunun ile birlikte Batılı olmayan kültürlerin de etkilerini sürekli olarak içerisine aldığını ve bir dönüşüm içerisinde olduğunu söylemektedir.


Giyimin gösterge değerini, ifade ettiği anlamları ve modayı besleyen kaynakları ele alan bu kitap modanın ve giyimin geçirdiği dönüşümleri incelemek isteyenler için iyi bir kaynaktır diye düşünüyorum. 
MOMOS




FIGHT CLUB 1999
IMDB: 8,9
YÖNETMEN: David FINCHER

"Eğer bunu okuyorsan, bu uyarı senin için. Bu anlamsız güzel baskılı kağıttan okuduğun her kelime hayatından harcanan diğer bir saniye demek. Yapacak başka işlerin yok mu? Hayatın gerçekten bu kadar boş mu da bu anları daha iyi geçirebileceğin bir yol düşünemiyorsun? Yoksa saygı ve inanç beslediğin otoriteyi ortaya koyanlardan çok mu etkilendin? Okuman gereken her şeyi okur musun? Düşünmen gereken her şeyi düşünür müsün? Sana alman gerektiği söylenen her şeyi satın alır mısın? Apartmanından dışarı çık, karşı cinsten biriyle tanış. Lüzumsuz alışverişi ve mastürbasyonu bırak. İşinden ayrıl. Bir kavga başlat. Yaşadığını kanıtla. Eğer insanlığını ispat edemezsen, bir istatistik olarak kalacaksın. Artık uyarıldın. " - Tyler Durden

Filmin başında koca harflerle yazılmış olan WARNING yazısını hatırlamışsınızdır.

Chuck Palahniuk tarafından yazılmış olan romanı sinemaya uyarlayan David Fitcher olmuştur. Dövüş kulübü tüketim toplumuna eleştiri niteliğindedir.
Film ilk başta ağzına silah dayalı bir kişinin sahneye çıkmasıyla başlar ve o noktaya nasıl geldiklerini konu edinir. Anlatıcı yani Narrator gayet düzgün bir işi ve evi olan sürekli yeni olan ne kadar mobilya varsa almak zorunda hisseden tarzını, kişiliğini yansıtan ürünleri IKEA’dan satın alan sıradan birisidir. Hayatta her şeyi yolunda giden anlatıcımızın tek derdi evinin hangi kısmını nasıl dekore etmelidir.

Filmin daha başlarında Tyler anlık görüntülerle hızlı bir şekilde görünür ve kaybolur. Yavaştan bazı sorunların ortaya çıkmaya başladığının belirtisidir. Zaten daha sonrada uyku sorunu ortaya çıkar anlatıcımızın, doktora gittiğinde ise doktor onu fazla dikkate almaz daha kötü durumda olan kişilerin olduğunu söyleyerek başından savar ve ona daha kötüsünü görmek istiyorsa kanser gruplarına gidip görmesini ister. Anlatıcımız buralara gider birçok kişi ile tanışır ama asıl dikkat çeken karakter Bob’tan bahsetmek istiyorum: Bob, vücut geliştirme üzerine bir şeyler yapıyor. Doping ilaçlarını çok aldığı için zamanla bu onda göğüslerinin büyümesine ve testis kanserine yol açmış. En güçlü tüketim nesnesi olan bedenlerimizde burada zamanla sistemin çürüyen bir şeyi haline geliyor.

Starbucks bardaklarının filmin her karesinde yer alması dikkatli bir izleyicinin gözünden kaçmamıştır. Kapitalizmin en büyük şirketlerinden Starbucks gayet güzel bir seçim olmuş. Filmin başında da bahsedilen IKEA sadece bir örnek, diğer birçok markada size, sizin tarzınızı kişiliğinizi yansıtan şeyler diye bir ton şey satmaya çalışmıyor mu?  ''Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp ihtiyacımız olmayan şeyleri alıyoruz’’ diyor Tyler. Tyler ve Narrator barda otururlarken Tyler ‘Duvet ne biliyor musun?’ diye soruyor yorgan, battaniye diye bir cevap veriyor Narrator’ da yani bizim gibilerin duvetin ne olduğunu bilmesine ne gerek var. Bir şeyin ismi değişince kendisi değişmiyor ki sadece bir pazarlama taktiği oluyor. ''saplantılı bir yaşamın yan ürünleriyiz yani tüketiciyiz’’ marka takıntılılığı ve her gün size ne olmanız gerektiğini söyleyen yüzlerce reklam. Bunun güzel bir örneği daha filmde otobüse bindikleri zaman Calvin Klein reklamını görüyorlar ve Tyler gülüp ‘Sence bir erkek böyle mi görünmeli?’ diyip dalga geçiyor ve bu tarz vücut geliştirme, sizin nasıl görünmeniz gerektiğini söyleyen her şey aslında kişisel tatminden başka bir şey değil. ''Sizler özel değilsiniz, sizler güzel ya da eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz, sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz, bindiğiniz araba değilsiniz, kredi kartlarınızın limiti değilsiniz, sizler iç çamaşırı değilsiniz.’’  Sadece özel olduğunuzu düşünmelerini istiyorlar tabi ki onların dediklerini satın alır ve yaparsanız.

Küvet sahnesini hatırlarsınız Tyler ile Narrator konuşurlar ve aralarında şöyle bir konu geçer; Babasının üniversiteye gitmemesi onun için önemlidir ve Tyler’ın üniversite okuması gerektiğine karar verir. Daha sonra okul bitip arar, bir iş bul der babası sonrasında aradığında da evlenmesini söyler. Neden? Başka bir alternatif yok mu? Doğru yaşam tarzı bu ve biz illa bunu mu yapmalıyız? Tyler ‘Biz kadınlar tarafından büyütülmüş bir erkek nesliyiz ve aradığımız gerçekten bir kadın mı merak ediyorum’ der. Nasıl yaşamamız gerektiğine bile biz karar vermiyoruz aslında sadece nasıl olmamız gerekiyorsa o oluyoruz. Sorgulamıyoruz, farklı bir alternatifi düşünmüyoruz çünkü daha önce birileri bizim yerimize düşünmüş ve geriye ise sadece onu almak kalıyor.

Otel sahnesi var üstelik şu her şeyin tek kullanımlık olduğu kısım var ya hani tek kullanımlık şampuan, tek kullanımlık diş macunu falan aslında kişinin ne kadar yalnız olduğunu gösteriyor. Her ne kadar sosyal olduğumuz yönünde görünse de hayat tek kullanımlık şeylerde ibaret. ''Bizim kuşağın cam ayakkabısı da prezervatif, bütün gece dans edip bir kenara atıyorsun’’  diyor Marla. Burada ilişki kavramı bile artık iyice basite indirgeniyor. Günümüzde artık kimse kimseyi tanımak istemiyor sadece o an o kişiyi çok sevdiğini düşünüyor ve ne oluyor, aslında beklediği sevgi o olmuyor.

‘Boktan dairelere numara yerine harf verirler’ burada kişinin yaşadığı yer bile sınıflandırmaya giriyor. Hani hepimiz eşittik?

Tyler dışarıya karşı görünen yüzü Narrator ise görünmeyen. Bir kişilik çatışması var. Bir süre Tyler ortadan kayboluyor ve olayların çığırından çıktığı anlar o kısım zaten hani tartışma sırasında Narrator Tyler’ın varlığını reddetmek istiyor ve bunun üzerine de Tyler neden güçlü tabiatlı birisi zayıf tabiatlı birisi gibi görünmek istesin ki diyor.

''İnsanlar bunu hep yapar kendi kendilerine konuşurlar. Kendilerini olmak istedikleri gibi hayal ederler.''Tyler ise bunun en üst noktası, çünkü tam olarak olmak istediği kişiye dönüşüyor ama zaman geçtikçe kendisi olmaktan tamamen çıktığını farkettiği anda Narrator savunma mekanizmasına geçiyor. Kişilikler çatışıyor. Hepimiz dışarıya olmak istediğimiz kişi gibi görünmek için nasıl davranıyoruz? Beğenilmek ve onaylanmak için nelerden vazgeçip neleri feda ediyoruz? Kişinin kendisinden ne kadar ödün verdiği ile alakalı ‘‘Her şeyi kaybettikten sonra özgürsün’’  ve ’’ Her şeyi bir kenara bırakıp bir gün öleceğini kabul etmelisin’’ diyor Tyler. Burada hiç ölmeyecek gibi yaşayıp istemediğimiz şeyleri yapıyoruz ve zaman hızla geçiyor.  '' Televizyonla büyürken, milyoner film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandık, ama olmayacağız. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz ve o yüzden çok çok kızgınız.’’ Bu replikte rock yıldızı derken Jared Leto’ya dönmesi ise oldukça ironik ve güzel bir nokta olmuş.

Kendileri gibi olabildikleri tek an dövüştükleri an çünkü orada günün stresini yapamadıklarını ve söyleyemediklerinin hepsini tüm sinirlerini çıkarabildikleri tek yer. Narrator Angel Face’in yüzünü dağıttığında ''Sadece güzel bir şeyi yok etmek istedim’’ diyor. Bazı ayrıcalıklara sahip olamayan kişilerin o şeyleri yok etmek istemesi  çok tanıdık değil mi?

Her gün ne kadar çok bilgiye maruz kalıyoruz. Bilinçaltımız nelerle dolu sinemadaki sigara yanığı örneğini verdiği bölümde mesela bir anlık bir görüntü kimse ne gördüğünü bilmez ama görmüştür. Bu tarz mesajlara ne kadar maruz kalıyoruz? 
Kredi kartı şirketlerinin yok edilmesi demek ise tüm borçların sıfırlanması ve ekonomik eşitlik anlamında büyük bir adım demek olur. Yani filmin sonunda tüm o dünyaya yön veren şirketlerin sonunun gelmesi bu yüzden.

Filmin sonuna doğru hepimiz birden Narratorun tarafına geçiyoruz. Çünkü Narrator bizden birisi. Tyler anarşist, Narrator ise konforlu olma kısmımız hiç kimse rahat yaşamını bırakıp mücadele etmeye girişmek istemez herkes olana razı gelip sunulanları kabul etmeye programlanmış. Hazırı varken yeni bir şey üretmek kimsenin işine gelmiyor. 

Tyler olmak istediğiniz her şey ve Narrator’da ona bırakıyor kendini, onunla sürekli mücadele ediyor çünkü hayallerindeki kişi Tyler olmak. Bir sonuca bağlamam gerekirse, dövüş kulübünün eleştirdiği Amerikan Toplumu olsa da aslında eleştirdiği kişi bizleriz tüm dünya. Kendimizi sorgulamamıza neden olan bir filmden daha ötesi. 
GAİA
Blogger tarafından desteklenmektedir.