"İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi"



Kitabı okumamın üstünden biraz uzun bir süre geçti yine de şu sıra çok satanlarda olması ve içeriğinin hayli ilgi çekici olması nedeniyle hakkında birkaç söz söylemeye karar verdim.
Yazarı Yuval Noah Harari olan Hayvanlardan Tanrılara Sapiens kitabı, kolektif yayınlarından çıkmış bir kitap ve kapağında da belirtildiği üzere ‘ insan türünün kısa bir tarihi’ni sunuyor. Ve fakat Sapiens kitabının insanlık tarihini sunuşu türünün diğer kitaplarından biraz daha farklı; kitap insanlık tarihini incelerken Sapiens’in bu zamana kadar geçirdiği evrimi konu alıyor, Sapiens’in oluşturduğu dil,kültür ve mitler masaya yatırılıyor.

Tarihin akışına yön veren üç önemli insanlık devrimini konu alan yazar, kitabı beş bölüme ayırmış ve izleğini Bilişsel Devrim, Tarım Devrimi ve Bilimsel Devrim üzerine kurarak ilerleyen sayfalarda bunları açımlamıştır.

Kitap insanı adeta bir bilgi bombardımanına tutuyor diyebilirim. Konuya o kadar bütüncül yaklaşmış ki bir primattan insana evrilişimiz ilk sayfaların konusuyken; son sayfalar bilimsel devrim,içinde bulunduğumuz sosyo-ekonomik sistem, inşa ettiğimiz kültür, onun getirileri ve bizleri bekleyen bir gelecek öngörüsü üzerine yazılmış.  Çok doyurucu,açık ve anlaşılır bir üslup ile yazılmış bir kitap.
Özellikle ideolojileri yeni zamanın dini olarak ele alışı ve dualizmin bir yansıması olarak dile getirmesi benim ilgimi çeken noktalardan biri oldu. Kapitalizmi ve kapitalizmin yasalarını ele aldığı bölümler ise çok yalın, sade ve açık bir üslup ile dile getirilmiş.


Yazar, insanın bir arada olmasını ve iş bölümü yapmasını ve ortak kurallara uymasını insandaki ‘inanç’ kavramını irdeleyerek anlatmış. Homo Sapiens’in örüntüler kullanarak rasyonel açıklamalar üretmesini ve insanın ‘dedikodu yapma’ özelliğinin gelişimi üzerindeki etkisinden bahsettiği bölümler de dikkat çekici.  ‘Bizi bir arada tutan şey mitlerdir.’ Bu cümlenin uzun bir açıklamasını kitapta bulabilirsiniz. Çok güzel ve yalın bir anlatıma sahip kitap, çok satanlarda olması belki onu klişeleştirir fakat değerinden bir şey kaybetmeyecektir diye düşünüyorum. Bu tür konulara ilgisi olanlar için zira genel bir sunum niteliği taşıyor.


                                                                                                                              MOMOS
Bir ay önce internette gezinirken karşıma çıkan Notre Dame Quasimodo Müzikalini görünce açıkçası hem şaşırdım hem de çok sevindim. Biletleri Biletix satıyordu ve orijinal müzikal oyuncularının fotoğrafı yer alıyordu tanıtımda, ben de hemen arkadaşlarıma haber verdim ve biletlerimizi aldık. Youtube üzerinden birkaç parçasını dinledim ve gösteri oldukça dikkat çekiciydi. Hatta müzikler o kadar hoşuma gitti ki bazı parçalar müzik listemde yer aldı bile…

Gösteriye gelecek olursak 14 Aralık Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosunda sergilenen gösteriye gittiğimizde kapıda ki afişte gösterinin uyarlama olduğunu öğrendik. O kadar araştırmamıza rağmen bulduğumuz fotoğraflarda da hep yurt dışı fotoğrafları ve sahne örnekleri vardı. Yani sahnenin biraz aldatıcı olduğunu söyleyebiliriz.

Kumbara Görsel Sanatlar tarafından Türkiye’ de ilk kez gösterime çıkan ekip amatör kaldığını belirtmemiz gerekiyor. Açıkçası en büyük sorun orijinal müzikal olacağını sanmamızdı. Çoğu kişinin de böyle sandığını öğrendik. Amatör bir gösteri için talep edilen fiyat oldukça fazlaydı. Sahne, dekor açısından oldukça zayıf kalmış ve gösterinin içindeymişiz hissini yaratmadı. Gösteri başladığında açılış oldukça hoşumuza gitti. Gringore(şair) rolündeki kişi güzel uyarlanmış gayet başarılıydı. Fakat şöyle bir sorun vardı ki ekip içinde bir uyum vardı denemez. Sanki her bir oyuncu ve dansçı kendisini öne çıkartmaya çalışıyordu. Dansçılar özellikle hoşumuza gitmedi. Bizce en büyük kopukluğa neden olan dansçıların aşırılıklarıydı. Orijinal müzikalde o kadar göze batmayan dansçılar, uyarlama olarak karşımızda gördüklerimiz ise taktıkları bereler ve saçları ile hiçte 1800’lülerin Parisini yansıtmıyordu.

Sahne zaten oldukça küçüktü, Suat Taşer Tiyatrosunda herhangi bir gösteriye gidenler bilir. Yani dansçılara aslında hiç gerek yoktu ya da o kadar çok dansçıya gerek yoktu. Belle şarkısının uyarlaması oldukça güzel olmuş ama şarkının sonunda üçünün aynı anda söylemesi gereken yerde sadece tek bir kişinin sesi duyuluyordu. Yani o duyguya girebilseydiler ve daha sakin söyleseydiler daha da iyi olabilirdi.

Erkek oyuncuları tek tek ele aldığımızda oldukça başarılıydılar ses anlamında sadece takım halinde bir uyumsuzluk söz konusuydu. Sahne, dekor, makyaj geliştirilebilir. Esmeralda rolü için daha güçlü bir ses olmalıydı; Soprano bir ses değil de biraz daha Mezzo Soprano bir kişi olmalıydı. Madem orijinal bir müzikalin uyarlaması yapılıyor o halde Helene Segara gibi birisinin sesine yakın bir kimse olmalıydı.

Gösteriden önce fotoğraf ve kayıt almak yasak olduğu için elimde kendi çektiğim bir fotoğraf yok, bulabildiğim tek bu fotoğraf vardı. Eğer isterseniz Youtube üzerinden orijinal müzikal ekibini izlemenizi tavsiye ederim çok güzel bir gösteri ama uyarlamayı merak ediyor ve gitmek istiyorsanız da Ocak 2017 ayına kadar gösterileri devam ediyor diye biliyorum.

Sonuç olarak gösterinin aylar öncesinden orijinal müzikal olarak sunulması ve tanıtımında diğer ülkelerdeki gösterilerin fotoğraflarının yer alması bizler açısından tam bir aldatmaca olarak algılandı. Eğer baştan Kumbara Görsel Sanatlar’ın düzenlemiş olduğu uyarlama bir müzikal olacağı duyurulsaydı bu kadar tepki almayacaktı.

Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu eseri hakkındaki inceleme yazımızı da adresinden ulaşabilirsiniz:


GAİA -FERONiA
Karanlıkta ışığın parlıyor.
Nereden geliyor, bilmiyorum.
Çok yakındaymış gibi görünüyor,
Oysa o kadar uzak ki.
Ne olursan ol;
Parla, parla küçük yıldız!


Masal tadında bir kitap MOMO. Küçükler ve hep küçük kalmayı başarabilmiş her yaştan okur için yazılmış. İlk basımı 1973 tarihinde gerçekleştirilen kitabımız, Michael ENDE tarafından ele alınan, modernizme karşı bir eleştiri niteliği taşımaktadır. Kitabın kurgusu ve anlatımı masalsı olduğu için, okuyucusunu sıkmayan bir akıcılığı var. Kitabın başlarında Momo size çok basit gibi gelebilir çünkü bende ilk sayfalarındayken azda olsa bu düşünceye kapıldım. Fakat kitabı alırken böyle bir kitap olduğunu biliyordum ki ilerleyen sayfalarda aslında hoşuma gittiğini fark ettim ve büyük bir keyifle okudum.

Kitap, başkahramanımız Momo ve arkadaşları ile başlamaktadır. Şimdilerde büyüklerin “Ah ah, nerede o eski günler, arkadaşlıklar, komşuluklar, esnaflıklar…” diye iç geçirdikleri yaşantı tasvir edilir. Daha sonrasında ise modernizmle ve kapitalist düzenle gelen zamansızlık, bencillik, para, sevgisizlik terimleri…  Şu an yazarken bile içime bir kasvet doğdu ama merak etmeyin kitabı okurken gayet tebessümle okudum. Anlatım tarzı ve olaylar karşısındaki karakterler çok iyi tasarlanmış. Aslında herkesin farkında olduğu durumu masalsı teknikle anlatılmasının altında okuyucusuna ders verme niteliği taşımaktadır fakat bunu suçlar derecesinde veya keskin hatlı eleştiri tarzında vermiyor. Bu nedenle çok akıcı ve severek okutmaya devam ettiriyor kitap kendisini.


Kitabın sonunda yazarın gerekli gördüğü kısa bir son söz yer alıyor. Aslında bu anlatılan hikâyenin, yazarın yolculuk ettiği sırada ona eşlik eden yolcu arkadaşının anlattığını ve son olarak “ Ben size bütün bunları dedim. Olup bitmiş gibi anlattım. Oysa gelecekte olacakmış gibi de anlatabilirdim. Benim için ikisi arasında büyük bir ayrım yok.” cümlesini okurlarıyla paylaşmış. 1973 yılından, günümüz 2016’sının ve ileriki zamanların tasviri Momo'da anlatılmış. Şu anlarda tamda zaman hırsızlarının tam güç çalışmasıyla modernizm ve kapitalizm tufanına kapılmış insanoğlunu ileriki zamanlarda neler bekliyor bilinmez. Ya da belki de biliniyordur!!!

Neyse, Momo gerçekten keyif alarak okuyacağınız bir kitap. Hem de keyif alırken bir nebze de olsun size farkındalık kazandırabilecek bir kitap. Ayrıca otuz dilde çevirisi yapılmış olan popüler kitabımızın arka kapağında ki yazısıyla bitiriyorum yazımı:

Zamanınızı çalıyorlar sevgili dostlar, kendi istekleri uğruna sizi kandırıyor
ve zamanınızı çalıyorlar… Ama Momo ve arkadaşları sizi uyarıyor…
Ey insanlık, dinle ve anla!.. On ikiye beş kaldı…
Aç gözünü tetikte ol!.. Hırsız çaldı zamanı.
Okuyun ve anlayın… Zamanınızı çalıyorlar.




FERONİA


Kitabı okuduktan bir süre sonra etkisinde kaldığımı belirtmeliyim. Açıkçası kitabın isminin “Kırmızı ve Siyah” değil de “Kızıl ve Kara” olmasını tercih ederdim. Nedenine değinmeden önce bahsetmek istediğim başka birkaç şey var.
Bu kadar iyi karakter analizleri olduğunu bilseydim çok daha önce okumayı isterdim. Karakterlerin psikolojilerini çok iyi yansıtan yazar bize insanı anlatıyor. Kitapta her bölümün başında epigraf olması ise içerik hakkında ipucu veriyor ve kitaba hoş bir hava katmış.

Başkarakterimiz Julien Sorel ‘in tasvirinde zihnimde canlanan ünlü bir Fransız oyuncu vardı ve kitabın başından sonuna kadar kafamda Julien’i canlandıran kişi o oldu. Başka bir kimseye dönüşmesine imkânı yoktu benim için; saçları, burnu, vücut yapısı, yüzündeki ifade her şeyi ile Louis Garrel’dı bana göre Fransız filmleri ile arası iyi olan kendisini bilir. Başkarakter zayıf çelimsiz bir kimse olmasına rağmen oldukça çekici bir yüzü olduğu kitapta dikkat çeker. Zaten sosyetenin önde gelen hanımlarını kendisine hayran bırakması yeteneklerinin yanı sıra birazda bu yüzden denebilir. Kitap boyunca göze çarpan en büyük unsur sınıf farkıydı. Alt tabakaya ait olan Julien Sorel kendisini sürekli küçük görür ve en küçük sözden bile alınan bir kişiliği vardır bunun içinde üst sınıfta yer alabilmek için o dönemin en saygın mesleğini yapar. Rahip olmayı seçer eğer Napolyon döneminde olsaydı o zaman da subay olmayı istediğini görüyoruz. Sürekli bir yükselme hırsı olduğu dikkat çekiyor. Kırmızı ve Siyah ismi de buradan geliyor; “Kızıl” o dönemin askeri kıyafetlerinin rengi, “Kara” ise kiliseyi temsil ediyor.

İlk kısım da Belediye Başkanının eşi ile yakınlaşan karakter çok sevmesine rağmen hırsları uğruna oradan ayrılır ve 2. Kısımda Mathilde ile tanışır. Bayan Renal ne kadar anlayışlı içten bir kimse ise Mathilde de o kadar şımarık bir kızdır. Sırf alt tabaka bir kimse olduğu için kız sürekli kendisine kızar ve Julien ‘i aşağılayarak ondan uzaklaşır Julien çok acı çekse de daha sonra kuralları öğrenmeye başlar. O kadar çok plan program yapar ki nasıl davranması gerektiği, nerede olması, ne giydiği her şey programlıdır. Asla içinden geldiği gibi davranamaz, çok fazla acı çeker ama istediğini alır. Aslına bakılırsa insanları etkilemek için o klişe ‘akışına bırak’ kavramı değil, daha çok istediğini almak için ortamı yaratan bir kimse görüyoruz. Açıkçası romantizmin o büyülü dünyasından ziyade gerçeklik daha göze çarpıyor. Elde edilen, bir an iyi olan iki dakika sonra sona erebiliyor. Sonsuza kadar kavramı yok. Etkiyi sürdürmek için sürekli başka bir taktik uygulamak zorunda…  Ruh halinde çok fazla dalgalanmalar yaşayan bu üç karakter de görüyoruz ki bir konu da ne kadar çok düşünürsek o kadar fazla sorun karşımıza çıkıyor.

Kitap ilerledikçe gerçekten istediği hayat bu mu diye sorgularken buldum kendimi, aslında kendimize dönüp baktığımızda bile olaylar o kadar tanıdık ki çoğu kişinin yaptığı şeyler ya da karşılaştığımız insan ilişkileri kitabın sonlarına doğru merak içinde okudum. Tüm o olan bitenler, gerçekten istediğinin ne olduğunu anlayan karakter artık pes eder.

Sonuca bağlamam gerekirse, yazar gerçek hayatında da Napolyon’ un ordusunda görev almıştır ve bazı soylu ailelerin yanında bulunmuştur. Bunun ne kadar önemli olduğu ise günlüklerinde belirtilmiş. Açıkçası Kırmızı ve Siyah bize daha çok yazarın kendisini anlatıyor Julien karakteri onunla gayet uyuşuyor. Napolyon ile seferlere katılmış ve gittiği her yerde hayatını büyük ölçüde etkiyecek ve kitaplarına konu olacak kadınlarla tanışmış. Bu kadar çok âşık olan yazar, kadınlardan bayağı çekmiş ama bunu iyi bir şekilde kullanıp yapıt haline getirmiş.

GAİA
Blogger tarafından desteklenmektedir.